Posts

Showing posts from March, 2020

Inanmak Zorundasın

1957 yılında doktor Curt Richter, suyun sıcaklığının canlılar üzerindeki etkisini görmek için fareleri kullanarak bir deney yapar. Fareleri su dolu bir tüpün içine atar. Bazıları 15 dakika dayanabilirken, çok az kısmı da 60 saat dayanır. Sonra şartları değiştirecek deneyi tekrar ederler. İlk seferinde yaptıkları gibi onları suyun içine atarlar ve sonuç aynıdır. Diğer gruptaki fareleri önce bir kutuda bekletir, sonra suyun içine atarlar. Beş dakika suyun içinde kaldıktan sonra çıkarır geri kutusuna koyarlar. Tekrar su içine atıldıktan sonra her biri istisnasız 60 saat dayanır. İlk fareler bir umut algılamadıkları, sadece tehlikede olduklarını bildikleri için hemen pes ettiler. Diğerleriyse bir tehlike geçirmiş, o tehlikeden bir kere kurtulmuş oldukları için tekrar  başarabileceklerini düşünüp hayatta kalma gayretinde bulundular. Eğer birileri yapıyorsa bak, gör, dene ve en önemlisi inan. Sen de yapabilirsin. İnandığın zaman çaban da o ölçüde artar. İnanırsan çabalarsın....

29 EKIM BANDIRMA TENIS TURNUVASI

Tenis kort adı verilen dikdörtgen bir sahada iki, yada ikişer gruplar halinde dört kişiyle oynanan çok zevkli bir spor. 1800'lü yıllarda el ile oynanan bu spor, 1873 yılında İngiliz Walter C. Wingfield tarafından günümüzde oynanan halini yakın bir şekilde oynanmaya başlanmıştır. Ulkemizde de tenis ilgi gördü ve  turnuvaları yapıldı . 1924 yılında Türkiye Tenis Federasyonu kuruldu ardından yurtiçi müsabakalar ve yurtdışı etkinliklere  katılım başladı. Bugün bu mükemmel spor  tenis hocamız Mustafa Kemal Sönmez'in kişisel gayretleri  girişimleri ile Bandırma'da popüler olma sürecine girdi.  Bandırmalılar da bugün artık Tenis öğrenme ve oynama şansına çok uygun şartlarda sahipler. Bandırma tenis kulübünde en küçüğü 6 en büyüğü 59 yaşında olmak üzere  bugün için 100'e yakın sporcu var. Ve bu sayı hızla artıyor. Gün geçtikçe artan talep doğrultusunda Bandırma Belediyesininde lojistik desteğiyle  kortu genişletme kar...

Konumuz: Aldatmak-Aldatılmak

Birçoğumuz bu durumla karşı karşıya kalmıştır. Aldatılmak, karşımızdakinin sadakatsizliği, doyumsuzluğu, ahlak kurallarına aykırı davranmış olması kısacası onun hatasını biz neden can acısıyla öderiz? Asıl bize acıyı, en yakınım dediğimiz insanları tam olarak tanıyamamış olmak veriyor olmasın? Gerçekten yakın olmadığımızın farkına varmak, aynı hayatı, aynı yastığı paylaştığımız, seviyorum dediğimiz ve sevgisine inandığımız kişinin ne düşündüğünü hissedememek, zaaflarını kavrayamamak, ona sadece bedeni ölçülerde dokunup derinine inememek, bunlar olmayınca da ona çare olamamak... Aldatılan kişi aldatan kadar kendini de suçlar içten içe. Yetersiz olduğunu düşünür. Ben çirkin miyim? Neyim eksikti de başkasına ihtiyaç duydu? Diyerek kendinde kusurlar arar, bunlar gibi birçok yanlış sorular sorar. Dünya güzellerinin de aldatıldığına şahit olmamız bu soruların yanlış sorular olduğunu bir nebze olsun açıklıyor. Peki insanlar neden aldatır? Bazı hayvanlar bile tek eşliyken monogam insa...

FİLOFOBİ: AŞIK OLMA KORKUSU

Bazılarımızın günlük yaşamını olumsuz yönde etkileyen korkuları vardır. Kimisi yüksekten korkar, kimisi ise hayvanlardan. Bazıları karanlıktan, bazılarıysa kapalı alanda sıkışıp kalmaktan. Sık sık duyabileceğimiz fobilerdir bunlar: Akrofobi, zoofobi, akluafobi, klastrofobi vs. Peki ya nedir bu filofobi? Aşık olmaktan korkulur mu? Filofobi, sütten ağzı yananın kaşığını yoğurda götürmemesidir. Bu yoğurt ama süt değil ki ağzım yanmaz diye bir istekle kaşığı kavradıktan hemen sonra aklına gelen dil yanığını hatırlayıp, yoğurda deydirmeden kaşığı aldığı yere geri bırakmasıdır. Dil yanığı oluşturan aşk, süt ile yoğurt arasında ki ayrımı yapamayacak kadar aciz bırakabilir mi insanı? Sevgi kuramının kurucusu Psikonolist Erich, sevmeyi bir sanat olarak tanımlamıştır. Sanat ise elinde ne tuttuğunun önemini bilmeyenlerin insifiyatinde hiçbir zaman layık olduğu değeri kazanamaz. Bilakis günden güne solar, ışığını kaybeder. Tutmasını bilmeyenler onu zedeler, telef eder. Sonra hurdalıklarin...

Uyku Saatinin Vucudumuza Etkileri

Vücudumuzun ve beynimizin günlük dinlenme ihtiyacını karşılamak için uyku olmazsa olmazlarımızdandır. Peki hangi saatlerde uyumak bizim için daha faydalıdır? Uzamanlar, gece uykusunun yaşlanmayı yavaşlatığını, gündüz uykusunun ise daha hızlı yaşlanmaya sebep olduğu görüşündeler. Özellikle gece oniki ile iki arasında uyumanın önemli olduğunu vurguluyorlar. Uyku esnasında salgılanan melanin pigmenti hormonu yalnızca karanlıkta salgılanıyor. Gündüz uyuduğumuz on saatlik uyku ise gece uyuduğumuz beş saati karşılayamıyor. Gündüz uykusunu tercih edenlerdeyse vücudun biyolojik yapısına aykırı davrandığı için sürekli bir yorgunluk hali, beyin işlevindeki aksamalardan kaynaklanan anlama ve dikkat eksiklikleri, gerginlik ve mutsuz hissetme belirtileri gözleniyor. Yaklaşık sekiz saatlik iyi alınmış bir gece uykusuyla, öğlen saatlerindeki on beş dakikalık bir şekerleme vücudu dinlendirme, stresi azaltıp hayatı daha pozitif yönleriyle görme ve problemleri daha kolay çözme becerisi kazandırıyor...

Bekarlık Sultanlık Değildir

'En kötü evliliği en gözde bekarlığa tercih ederim', sözüne katılmasamda evliliğin önemini belirtmek için kullanılmış olabileceğini düşünüyorum. Bekarlık, insanların sosyal yaşamda hür, başka bir bireyin engelleme ve sınırlamalarına uğramadan, özgürce yaşanabileceği anlamına geliyor diye düşünülmesinin bir yanılgıdan ibaret olduğu kanaatindeyim. Aynı zamanda hanımlarımızın, yaşamak için bir erkeğe ihtiyacım yok, ekonomik özgürlüğüm var, kimsenin himayesi altına giremem sözleri feminist bir yaklaşımın savunuculuğudur.Beylerimizinse, evlenip tek kişiye bağlı kalmaktan, sorumluluk almaktan, bir kadının bitmez istek ve şikayetlerini dinlemekten se bekar kalırım sözleri absürtlükten ibarettir. İnsanlar biyolojik yapıları gereği bazı şeylere ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaç ve arzularınıysa evlilik temelini kurmakla sağlayabilirler. Kalbine mukabil bir kalbin varlığıyla oluşan sevgi alışverişi de insanların en iyi ilacıdır. Bunun yanı sıra sevincini, derdini, bilgi, birikim ve görüş...

At Gözlüklerimiz

Ben Mustafa Kemal'i çocuklarını korumaya çalışan ve onların menfaatlerini düşünen ebeveynlere benzetiyorum. Çocukları için elinden geleni yaptıktan sonra onlar için neyin iyi, neyin kötü olacağına kendi karar verip, çocuklarını bunu yapmaya zorlayan, herşeyin en iyisini bildiğini iddia eden o ebeveynlere benzetiyorum. Yapmış olduğu bazı icraatlar benim böyle hissetmeme sebep oluyor, kılık kıyafet devrimi gibi. Modernleşmek ve Avrupa'ya yetişmek için onlar gibi giyinmeye zorlamak, bunu yapmayanların cezalandırılacağı tehditlerini savurmak, kadın ve insan haklarının söz konusu olmaya başladığı zamanlarda, yine insanların hür ve özgür iradesine tezat kurallar koyma mantığı benim bugüne kadar anlamlandıramadığım konular arasında kaldı. Biz neredeyse yüz yıl sözde dindar kesim ve sözde laik kesim arasındaki tartışmalarla ve onların birbirlerini hor görmesi, cehalet ya da dinsizlikle suçlamasıyla vakit kaybederken o yetişinilmek istenen Avrupa'ya birbirimizle uğraşmaktan yet...

MÜSLÜMAN OLMAK

Neden hep kötü şeyler Müslümanların başına geliyor? Yeryüzünde açık ara önde olarak saldırılara maruz kalan onlar. Canlarını, mallarını bombaların ardında bırakan onlar. Vatanlarından kaçmaktan başka bir çare bulamayan onlar. Sığındıkları yerde dışlanan yine onlar. Terörist ataklarına en çok maruz kalan onlar ama sözde(!) teröristte onlar. İki yahudi çocuğun ağlaması haber olurken ölen iki yüz müslüman çocuk kimin umrunda? Peki ya İngiltere de hayatını kaybeden beş kişi dünya gündemine damgasını vururken müslüman topraklarda ölen beş yüz kişi? Neden bir Hristiyan, bir Yahudi veya bir Budist canı bu kadar önem taşırken Müslümanlar ikinci sınıf insan muamelesi görüyor? Bu din meselesi değil diyenler bu neyin meselesi peki? Bu neyin vurdumduymazlığı? Neyin öfkesi? Neyin hazımsızlığı? Gerine gerine insan haklarından bahseden ülkelerin Müslümanlar söz konusu olduğu zaman savunduğu değerler nereye kayboluyor? Neden insan haklarına sahip ülkeler bu zulmü önlemek yerine, zulme...

Made in Turkey

Ben ilkokuldayken öğretmenimizin bizi Türk Malı kullanmaya teşvik ettiğini hatırlıyorum. Satın aldığınız her şeyin üstünde mutlaka TSE damgası olsun derdi. Çocukken aldığım çubuk krakerin üstünde o damgayı göremediğim için bakkala geri götürüp iade ettiğimi hatırlarım. Türkiye üretici bir ülke değil diyoruz. Peki hiç mi ürettiğimiz bir şey yok. Geçen sene 350 TL'ye aldığım Nike ayakkabı bu yıl dolar kurunun etkisiyle 850 TL bu doğru. Peki ayakkabı üreten bir sürü Türk markası varken ben neden Nike ayakkabı kullanıyorum? Atatürk yerli malı kullanmaya teşvik eden bir önderdi. "Türkler! Türk Malı alınız. Türk Malı kullanınız. Türk parası Türk toprağında kalsın." Geçen gün inşaat sektöründe olan bir arkadaşımla sohbet ederken başka bir şeyin daha farkına vardım. Fırsatçıların. Parkelerden bahsetti. İhraç edilen markaların dolar kurundan ötürü zam gelmesiyle,  %100 yerli malzemesinden işlemesine Türk malı olan parkelere neden aynı oranda zam geliyor?  Burası ü...

Boş Zaman(!)

Dünyanın en tembel ülkeler sıralamasında 15. sırada  olduğumuzu biliyor muydunuz? Peki diğer ülkeler hangileri? Tabiki geri kalmış ülkeler.  Tembelliğin bahanesi genellikle boş zaman oluyor. Boş zaman kavramının varlığına inanmıyorum. Bir insanın boş zamanı olamaz! 1489-1588 yılları arasında 99 yıllık ömründe Mimar Sinan 81 cami, 51 mescit, 55 medrese, 26 darülkurra, 17 türbe, 17 imarethane, 3 darüşşifa, 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray 36 saray, 8 mahsen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser yapmıştır. Sanırım Mimar Sinan boş vakti olmayanlardandı.  Bazen zamanın nasıl geçtiğini anlayamayız. Çünkü saate bakıp zamanla yarışmaya, onu yenmeye çalışmayız. Bazen de gaflete düşeriz, umursamayız. Her geçen saniyenin aleyhimize ya da lehimize olduğunu düşünmeden, bunun idrakine varmadan yaşarız. Bir zamanlar varmışsakta unutmak, umursamamak gibi hatalara düşeriz. “Ömrüm boşa geçmedi” diyecek kadar dolu yaşıyor muyuz, yaşayabilecek miyiz bu hayatı? Bir tane hayat ş...

Dünyadan Cahillere -Sesim Geliyor mu?-

Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki... Susuyorum, sakinleşmeye çalışıyorum, anlamaya çalışıyorum. Ölmek mi istiyorsunuz? Hayattan bir beklentiniz mi kalmadı? Acı patlıcanın kırağı çalmaz mı? Kader mi, ne yazıldıysa o mu? Ne olacaksa olsun mu? Hasta olmaktan ya da ölmekten korkmuyor musunuz? Kaybedecek bir şeyiniz yok mu?  Bunlardan birine evet cevabı veriyorsanız sokağa çıkıp  -kendi akılsız aklınızla- koronaya kafa tutmaktansa lütfen hemen şu an evdeki imkanlarınızla intihar eder misiniz? Lütfen geberip gider misiniz, dünyayı cahillerden temizler misiniz? Lütfen, rica ediyorum. Orda burda, onunla bununla gezme sebebiniz bunlardan biriyse, temel ihtiyaçlarınız için değilde keyfi olarak sokaklardaysanız, alışverişlerini haftalık değil günlük yapıyorsanız, sigaralarınızı (zıkkım için) koliyle değil her gün sokağa çıkıp birer paket alıyorsanız, izin alamadığınızda çalışmak için mecburen çıkmak haricinde kıçınızın üstünde oturmuyorsanız, maske kullanmıyor, eldiven takmıy...

Deniz`in Kıyıya Vuran Mektubu

Merhaba Sevgili, Askerde yazmıştım ilk mektubumu hemen hemen altı yıl önceydi. Hayatımın ikinci mektubunu yazmakta bugüne kısmet oldu. Aslında çok başarılı sayılmam mektup yazmakta. İlk mektubumu okuma-yazma bilmeyen anneme yazmıştım. İkincisini de bana aklını kapayan sevgiliye yazdım. Annem kendine mektubu okuyacak birini bulmuştu o zaman. Şimdi sevgili ne yapacak? Kalbine okutabilecek mi bu mektubu? Annemle, o mektubu okuduktan sonraki ilk konuşmamızda OĞLUM deyişi içimi yakan, darmadağın eden o ses tonu hala kulaklarımda. Acaba sen sevgili, kalbin ile SEVDİĞİM diyebilecek misin bana bir daha? Dünyayı kurtarmak için ilk önce kendini kurtarman gerekir. Ben sevgiliyi kurtuluş gördüm kendime oysa ki ben onun sonu oluyormuşum. Peki insan sevdiğine bunu yapar mı? Atalarımızın da dediği gibi insan dediğin yapmaz. Beni insan yapmayan neydi o halde? Cevap: Duyguların hiç kullanılmaması! 30 yıldır annesine bir kere sarılıp öpmeyen, en son kardeşini 10 yaşında iken seven, babasına hi...